19 Temmuz 2012 Perşembe

OLAYLARA "FERHAN" BAKMAK.



 Bazen arkadaşın görür,elinde hep aynı kitap vardır.Sen çok yavaş okuyorsun heralde,gibilerinden bir bakış veya ona yönelik kelimeler filan.Bazı kitaplarda işte aylarca okunur,bitirilmemelidir.Uzun süre etkisinde kalmak istediğiniz romanlar,yazarlar ve tabiki hayatlar vardır.Bu kitapta onun gibi.Ben iyisi mi arka kapağı yazayım buraya,arka kapakta Ferhan Şensoy'un üstadı:Haldun Tanerden;

"JE MEN FİCHE BİLÂDER'den,HANELER'den,kabareci yeteneklerini sevgi ile izlediğim Ferhan Şensoy'un taze,sıcak,halkçı bir mizahı var.Yazgıdaşları imişcesine yansıttığı KAZANCI YOKUŞU'nun insancıklarını da bu külfetsiz anlatısı içinde bizlere sevdiriyor.Bu insancıklar nasıl ezildiklerinin tortusunu günlük yaşam sevinci içinde unutuyorlarsa,yazarda sanki onlardan biriymiş gibi toplumsal ukalâlıklardan,yazarca bilgiçliklere yeltenmeden anlatısının tadını çıkara çıkara onlara ayna tutuyor.Sade onları konuşturduğu diyaloglar değil,kendi gözlemleri,algılamaları,söz dağarcığı,anlatışı,benzetileri ve yorumları bile argo.Öylesine onlardan.Yazını bile onlarınki gibi yanlış kullanıyor.Bence uslûbunu sevimli yapan da bu..."
HALDUN TANER. 

Şensoy'un bu derlemesinde; denemeler,oyun metinleri,şiirler ve özgeçmişi mevcut.Kaynakça kendisi.

Şunları izlemekte de faida gördüm efendim ;

 www.youtube.com/watch?v=I2PJ7Ve7d2g&feature=results_video&playnext=1&list=PLFC72F29F97ADCA2B

www.youtube.com/watch?v=v59PzEkvu_o


www.youtube.com/watch?v=uSF3a_-42LA&feature=related

Son vidyo "köşedönücü" filminden,youtube eloğlundanda izlenebilir,enfestir.

BİLİYORSUNUZ Kİ KENDİSİ SON KAVUK SAHİBİDİR.Okuduktan sonra sordum kendime peki kendisi ortalıkta kavuk adayı olmadığı -bence- halde kime Kavuğu bırakacak?
 
*** OKUYANA NOT***

Bu blogta artık yazı yazılmayacaktır.Tüm Hayali Nesne blog yazarı şahsım,ERDEM BAYKUŞ'a aittir,aitti.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Ondörde Yirmi

                         


                     

                      

                                 SÜREKLİ KAPALI HAVALAR GİBİ

ÜSTÜMÜZDE AĞIRLIK,


                       SEVMEM SABAH DOĞUP UYANDIRAN 

GÜNEŞİ,
     
                       NEYİ DEĞİŞTİRİR Kİ MUTLULUĞU ARAMA

ÇABASI.


              

       (Havagazı)   :  Ondörde yirmi,yolculuk nereye?

        (SüblimAli)  : Hayır ; onüçbuçuğa,ondokuzbuçuk.Baskı hatası olmasın diye sıfır virgül beş kitaplar.

        (Havagazı)  : Sıfır  virgül beş kitap,
 
                                Kağıtlarla geçiyor kadınlar,

                                Ellerinde yeşillik,günlük güneşlik.

                                Ellerinde iskambil,

                                Kağıt oynuyor,kadınlar.

                                Ağaçtan kağıt,

                                Kadın
                                 -lara şiirler,romanlar.

                                Kağıtlardan 
                                Para.

                                Denden 

                                Yapıştırılıyor,oynayanlara
                            
                                Denden.

                                Kadın,kağıdı hep seviyor.
                              
       (SüblimAli)    : Doksanüç yılı yazı.Bir otel vardı ve yanmıştı ve.Otelin bir sokak

 aşağısındayım."Bir sokak aşağısı pansiyonunda".Kağıttan aydınlar.Kağıt gibi yanmışlar.Ayrıca

 daha yeni çıkmış ve memleketlerine gitmiş öğrenciler.Pansiyon bomboş.Altı kişilik odalar 

otuzmetrekare,göz kararınca.Alabildiğine cam var ferah ve geniş ve.Pansiyonun karşısında bir kız öğrenci

 yurdu.Kız diye bir cinsiyetin olmadığını düşünüyorum ve adını "Kadın Öğrenci Yurdu" diye 

değiştiriyorum.Neyse.Burada üç tane ranza var,altlı üstlü.Bir çalışma masası,iki kalorifer.Bir 

tane priz var,üç tane florasan lamba.Oda kapısında dikdörtgen cam,görevlinin öğrencileri rönt 

etmesi için.Çalışma masası üstünde kağıtlar,kalemler,silgiler.Kalem izleri masalarda.Sigara 

yanıkları.Kadın Öğrenci Yurdu,

Sivas,Timurdan beri yandı! 

Bindörtyüz iki,Timur yaktı.

Sigara içiyorum onların yerine,KADIN ÖĞRENCİLER YURDUNU röntlüyor öğrenciler.

El sallasan görülmeyecek gözuçuşunda.Bak bakalım gözükyor mu Havagazı ?

     (Havagazı)  :  ...(gözleri ufuk çizgisinde ve dalgın ve)

       (SüblimAli)    : Masada kağıtlar,Sivas yandı.Kağıt gibi kadınlar,kağıt gibi adamlar !

6 Haziran 2012 Çarşamba

FANİDİR KARAKTERLER DE.

Ne kadar yalnızız.Ve ne kadar içten ve saf.Seni çok seviyorum.Ne kadar gerçek?Veya ne kadar değişken?Aldatılmak ve ya aldatmak ...Ne kadar?


-Ben sana söyleyeyim kızım,bu çocuğun seninle uzaktan yakından alakası yok.Sadece...Belden aşağıya...Kızım...Anla işte. 


-Sence öyle mi yani gerçekten?


-Öyle gözüküyor.


-Hadi,benimle ol o zaman ! 


Bir gün  yine karşımda onu gördüğümü sandım.Bir gün yine irkilerek uyanmışım.Bazı düşünceler,örneğin bir takvim sizleri önceye götürebiliyor.İnsan yaşadığı şeyleri tekrar yaşayamayacağını bildiğindendir ki özlüyor.Kendi yaptıklarımızı,geçmişe bakarak -hem de hep- özlüyoruz.Gelecek bize ipucu veremeyecek kadar karanlık.Yani şimdi karanlık.Ya da biz karanlık düşünelim.Hazırlayalım kendimizi.Ama en sonu gerçekten karanlık,ondan ne şüphe!
 

-Dün biz o işi yaptık mı Hale?
-Hangi işi?
-Hani şimdi yataktayız ve yatmışız ya,o işi işte!
- ... 

İçtiğimi bilir,gelse de kadehiyle gelirdi.Sarılsa da koklardım,gerçek olsaydı,keşke demezdik o zaman!

-Uyan be adam!Uyan
-He...Ne...Ne oldu?
-Elinin körü! Kim o sayıkladığın kahpe!
-...

 Şu kadının parfüm kokusu! Oturduğum şu yeşillikte daldan dala konan arının kokusu mu?

-Onu Cüneytle yakaladım abi...başımdan kaynar sular aktı.Pertim şuan yani...Sıçtım gibi.Ne yapardın ki sen olsan?
-Abi ne bileyim ki işte,içelim filan?
-Eh...

Kim sıkılmadı ki geceden.Bir "hayır" alıyorum haneme.Reddediliyorum yine bu hengamede.

-Pardon bayan...Bakar mısınız?
-Evet?
-Çok güzelsiniz.
-Ahhahahahah...Salak!

Adem ile Havva kadar ihtiyacınız olduğu halde...Ve bunu sizinde bildiğiniz halde...

-Bayan!
-Yine mi sen?
-Ama...
-Söyle canım ...Taklalar ata ata söyle,parandeler,amuda kalkmalar ahhahahahh...
   


***Fanidir karakterler de,hayalidir belki de ***

27 Mayıs 2012 Pazar

AYNI OLMAK ÜZERİNE


Aynı şeyleri düşünür,aynı tip olurduk.Bu sıradanlıkta,aynılarımızla görüşür ve şaşırırdık.Aynı olmak…

Aynı şeyler,artık beni şaşırtmıyor.Hepimiz çıldırmışız,intiharın eşiğinde,uçurumun ucunda,aynı hizada ve toplu halde.

Şuradaki minibüsün,şuradaki ayyaşın,şuradaki akşam güneşinin,şuradaki yeşil ağaçların,farkı yok yaz mevsiminin ya da baharın,kışın.
Aslında alışmak çoğu zaman olumlu karşılanır,toplum kuralları alışkanlık kazandırır insanlara,alışkanlık doğurur.Aman ne iyi eder(!)Bilakis alışkanlık körleştirir beynimizi.Çünkü başka şeylere düşünmeye vakit bırakmaz alışkanlıklar.Sizler bu alışkanlıkla beraber çoğu şeyleri fark etmeden yaşarsınız.Mesela politika da öyledir,sevgilerinizde...Ve yine mesela düşüncenizi rahatlatmak için gezmeler yapmazsınız.Diğerlerinin düşüncelerine,saplantılarına maruz kalırsınız.-bu kısmı uçurumun ucunda-O yüzden tek çıkmazsınız,gezmelerinize.Böylece “kendine zaman ayırma” faslını,yine “alışkın” olduğunuz şeylere vakit ayırırsınız.Bu vakit sizleri alışkanlık denizinde,örneğin 30 yaşınıza geldiğinizde, farkına vardırmayacaktır!Çünkü alışkanlık böyledir işte.Alışık olduğunuz bebeğiniz,çocuk hatta genç olduğunda,siz hala bebek yerine koyacaksınızdır onu.Körü körüne inanırsınız.Ve sıkılırsınız hayattan.Farkında değilsinizdir dile getirince  böyle şeyleri…Siz alışık değilsinizdir,böyle düşünmelere belki de.Ama zaman,siz alışık olmadığınız işlerle birlikte,bilinç aşılayacak,belki de duyarlılık kazandıracaktır.Ve sizler,empati kurabileceksiniz diğer insanlarla.-bu kısmı aynı hizada ve toplu halde-

Ya da olaylar veya yaşam,sırf buymuş gibi kaygılanacak,yazdıkça rahatlayacağınızı sanacaksınız.Bu seferde yazmaya alışacaksınız!  -bu kısım hepimiz çıldırmışız-

13 Mayıs 2012 Pazar

BUGÜN ''ROMAN''LARIN ŞENLİĞİ

Sahil boyu çıktığım bir yürüyüşle başladı bugünkü eğlencem.Hiçbir yerde duymamıştım,okumamıştım.Bir kalabalık vardı orada,bir sahne,bir şölen.Kocaman bir bez sahnede : " ROMAN ŞENLİĞİ fatih belediyesi "

Kalabalıkla beraber "burada ne oluyor" diye girmiştim  topluluk içine.Birazda kanımda vardı, bizim oranın müzikleri çalıyordu.Klarnet,darbuka,kanun,ud.Elinde çocuğu olanlar mı dersin,turistler mi dersin,kim var kim yok gelmişti.Hemde yağdı yağacak yağmura,havaya rağmen.

Bir abla,tombul mu tombul.Ama görseniz nasıl da "göbecikler atıyor." Ablanın üç tane çocuğu var hayatta.Henüz hayata doğmamış ise 3 aylık bir çocuğu daha var.Yine de oynuyor valla.Herkes oynuyor,"gayda" havası.Ağır roman havası.Aman bre calim varrr!Her kimeee! diye başlayıp,yapıştırıyorlar güzellemeyi.Çıkık belli,beyaz gülüşlü,ayva göbekli,yeşil gözlü roman kızları.Ne çekinecekler oynarken ki,zaten öyle rahatlar ve öyle hoşgörülü ve sevecenler ki.Bu kültürü ve bu insanları tarihten silmeye çalışanlar var,bu insanlar -ki en yakın örneği Sulukuledir-öyle sahip çıktılar ki kültürlerine,hiçbir müdahale olmadı.Kısacası doyamadım bu 13 Mayısa.Civarda olanlar,olmayanlar herkesi seneye bekliyorum.Yer:Fener Rum Patrikhanesinin hizasındaki Haliç sahili kıyısında.Seneye 4.sü düzenlenecek. --sonra ben merak ettim,çingene edebiyatını,ne güzelde anlatılır diye o insanlar.Bunları bulabildim.--

 www.idefix.com/kitap/cingeneler-ali-arayici/tanim.asp?sid=EZXRSFEIP2ZLHUE0LI0X

 www.idefix.com/kitap/cingeneler-opre-roma-jan-yoors/tanim.asp?sid=M4JDW0XHS5NBKDL3C7YP

 www.idefix.com/kitap/cingenelerin-kitabi-ali-mezarcioglu/tanim.asp?sid=C5PCEDLZI4XO8JOCL4X1

1 Mayıs 2012 Salı

FANTASTİK BİR BAŞYAPIT : "LANARK"


"Güneşten mahrum,kurşuni bir dünya,doğaüstü olaylar,gizemli hastalıklar ve tüm bunların ortasında ne aradığını,nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen bir karakter...Lanark'ın tek istediği bu distopik,cehennemi dünyadan kurtulup güneşin ışıdığı bir dünyaya gitmek,ama bunun için önce bir dizi cehennemden geçmesi gerekiyor.Yolculuğun bir noktasında saf bilinçten ibaret olan bir kâhinle karşılaşan Lanark,ondan Duncan Thaw adlı genç bir sanatçının iniş çıkışlarla dolu trajikomik hikayesini dinliyor.

 Lanark'ın kendi hikayesi Duncan Thaw'unkinden her ne kadar farklı görünse de aralarında bir paralellik var elbette.Duncan Thaw nasıl sanatın zincire vurulduğu,maddiyatçı bir dünyadan kaçarak sanatsal özgürlüğe ve yetkinliğe ulaşmaya çalışıyorsa,Lanark da soğuk,sevgisiz,hissiz bir dünyadan kaçıp daha insani bir hayata ulaşmaya çabalıyor.Bu uğurda imkansıza meydan okuyup,zamanın tuhaf oyunlar oynadığı,bildiğimiz fizik kanunlarının altüst olduğu "takvimlerarası" bölgeleri aşan,aykırı kişiliğiyle otoriteleri kızdırıp başını derde sokan,saflığıyla politikacıların ağına düşen Lanark tüm yaşadıklarına rağmen inatçı iyimserliğini asla yitirmiyor.
 İskoç yazar ve ressam ALASDAİR GRAY'in öğrenciyken yazmaya başlayıp yaklaşık çeyrek asırlık bir çalışma sonucu 1981 yılında yayımladığı Lanark,fantazi edebiyatının sıradışı bir örneği.Birçok edebiyat eleştirmenine göre 20.yy ikinci yarısında İskoçya'dan çıkan en önemli başyapıt.Gray'in edebi birikimini ve ustalığını konuşturduğu,zekice tekniklerle okuru sürekli şaşırttığı,tüketim toplumunu kıyasıya eleştirdiği,edebiyat dünyasıyla tatlı tatlı alay ettiği bu eğlenceli kitabı Türkçeye kazandırmaktan mutluyuz."  ***Metis Yayınları,kitap arkasından. ISBN -13:978-975-342-726-5 ***
  
 Aylardır hangi kitapçıya gitsem,Lanark'ı gördüğümde açıp açıp defalarca bakmışımdır,sonunda aldım kitabı Metis Yayınlarından.Bana kitabı yayınından almak daha cazip geliyor,en azından indirimli alıyorum.Öyle yavaş okuyorum ki kıyamıyorum bitirmeye,bir de tabiki zaman ayırma ve şu güzel mevsimin bünyeye verdiği "şekerleme" hissi nedeniyle,kitapları zor açıyorum bu aralar.
Kitap,4 kitaptan oluşuyor.Yazar kitabı 4'e ayırmış,609 sayfa.Her kitabın başında çok hoş çizimi var.Ressamlığını da haliyle iyi kullanmış.Edebiyattan ziyade,çok alışık olduğunu tahmin ettiğim "tablolama" tekniği ile kitabı okuyoruz.
Bu enfes kitap,1-2-3-4 şeklinde değil de 3-1-2-4 şeklinde bize sunmuş yazar.Bu yönüyle de beni cezbediyor.
Fantastik kitaplarla geçen seneden beri ilgileniyorum.Edebiyatın açıkçası,bu olduğunu düşünüyorum.Yani,yazar bizden farklı bir yaşayışı en azından bize göstermeli,kitabın sonunda da ister Dünyaya dönelim isterse onun dünyasında kalalım.İleriye dönelik şimdiden çalışmalara başlamasam da fikir aşamasında olan düşüncem şudur ki,fantastik bir kitap yazmak istiyorum.Ne olursa olsun birgün bunun için vaktim olacak! diye kendimi şimdiden teselli ediyorum. 

23 Nisan 2012 Pazartesi

ATATÜRK MAGAZİNCİLİĞİ,23 NİSAN ve DİĞER HAVADİSLER

İlke olarak edindiğim "nesnelerden dolayısıyla etkilenme " vaziyeti gölgesinde yazmayı düşündüğüm şeyler oldu.Siyasi şeyler ise bu konudan en son etkileneceğim şeylerdir ancak yazmakta da fayda var.

Gün itibariyle öncelikle herkesin 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN.

Onuncu yıl marşını dinlemek için açtığım "youtube"ta,baktım ki saçma sapan insanların düşmanımın düşmanı mı demeli bu insanlara,bilinmez?Ancak dost demek yanlış olur.Olsa olsa bilgisiz insanlardır.Bu vatansever(!) insanlar,cihat anlayışlarını da kaybetmişlerdir ve de  müslüman kavramları anlayışı nedir,bilinmez?

Neymiş efendim,Atam Masonmuş.Masonların duruşu varmış sağ el ceketin,gömleğin içinde poz vermiş 30 tane!

Neymiş efendim,Müslümanlıkla -karşıtıymış a! - hâşa(tüm düzeltme işaretini kaldıranlara ! ) alakalı,kendisinin bile anlamadığı ipe sapa gelmez,vidyo toplulukları.

Çoğumuzun bildiği gibi Atatürk'ün müslümanlıkla ilgili birçok "olumlu" görüşleri var.

YAHU NEYSE NE! SEN NİYE ASIL TABLOYU GÖRMÜYORSUN ARKADAŞ! YOKSA DÜŞMANIMIN!  DÜŞMANI(!) SEN MİSİN? DOSTUN MUYUM BEN SENİN?

2.HUSUS

Atatürk'ün kendi el yazısıyla yazmış olduğu MEDENİ BİLGİLER KİTABI! PROF.DR.AFET İNAN KALEME ALMIŞTIR.

BU KİTABIN ÖZELLİĞİ NE? -ATATÜRKÜN İSLAM DİNİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ.

BİLEN BİLİYORDUR,BİLMEYENE : BU KİTAP YASAKLI KİTAP !

NEYMİŞ EFENDİM? -Ergenekon savcıları, Atatürk'ün el yazılarını da suç delili gösterdi. Ergenekon 3. iddianamesinin delili klasörlerine Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi el yazısıyla notlar düştüğü "Medeni Bilgiler" kitabı da suç unsuru olarak kaydedildi. Atatürk bu kitabında millet kavramını, millet ile din ilişkilerini değerlendiriyor.
Ergenekon savcılarının Mustafa Kemal Atatük'ün bizzat elyazısıyla notlar düşerek hazırlattığı "Medeni Bilgiler" kitabını suç delili olarak gösterdiği ortaya çıktı.


BİRİLERİ ÇIKIP ŞU ERGENEKONU TANIMLASA YA? ORTADA BİR KAVRAM VAR GALİBA ANCAK O KADAR AKSİ Kİ HER ŞEY İÇİNDE BU KAVRAM,NEDENSİZ BİR KORKU VAR DUYANDA DA.

SİZ ATAMIN YAZDIĞI KİTABI NE CÜRETLE YASAKLIYORSUNUZ?

BÖYLE TATSIZ KONULAR IŞIĞINDA,ALLAHTAN 23 NİSAN ÇOK ŞANSLI Kİ KLİŞE BİR MUHABBET OLUYOR.ÇOCUKLAR MECLİSTE BİR GÜNLÜĞÜNE DE OLSA SÖZ SAHİBİ OLUYORLAR.O KOLTUĞA OTURUYORLAR DA MEDYADA GÖRÜYORUZ.YA 19 MAYIS VE 29 EKİM NE OLACAK ?

Dipnot : Ne sağ görüş,ne sol görüş,ne de o,ne de bu.Aklın yolu birdir.Ve ben yine de "siz"li "biz"li konuşmuyorum.Bazıları böyle bakıyorsa onlara saygı duymak gerekir diyorum,kararsız bir şekilde dile geliyor.Bazılarını hiç anlamıyorum ama o da bir renk mi demeli onu da bilmiyorum?

GÜZEL BİR GÜN GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE,BUGÜNÜN TATİLİNİ DE ÇIKARIN TÖRENİNİ DE ! YA DA PARÇADA GEÇEN "BİLGİSİZ" SİZSENİZ,OTURUN,TATİL YAPIN,TATİL YAPARKEN DE "YAHU BUGÜN TATİL AMA NİYE  TATİL,NEDEN RESMî TATİL? " DİYE DÜŞÜNSÜN.

18 Nisan 2012 Çarşamba

ANADOLU MASALLARI ÇOCUK KİTABI SEVDİRMECESİ

"Yeşiltay mavi gözlü bir çocuktu, bütün çocuklara benzerdi. İşi gücü oyundu, güzel oyunlara bayılır, bir de masalları severdi. Geceleri uyku girmezdi gözlerine, uyumaz, annesini de uyutmazdı, gece yarılarına kadar masal anlattırırdı. Bir türlü doymazdı masal dinlemeye. Dinlediği güzelim masallar düşlerine girer, düşlerinde devlerle, cücelerle, dervişlerle, cinlerle, peri kızlarıyla birlikte gezerdi; eline bir demir asa alıp ayaklarına demirden çarıklar giyerek yola çıkar, her düşünde yeni yeni serüvenler yaşardı." 

Yukarıda kitaptan alıntı yaptım.Yapı Kredi Yayınlarından çıkan bu eşsiz güzellikte masal kitabını aslında kendim için aldım.İleride masal anlatıcısı olurum umudunu da taşıyarak tabi ki.Öncelikle şunu söylemeliyim ki Tahsin Yücel'in toparladığı bu masallarda,"Annesinden dinlediği,daha sonra düzenleyip aslında Annemin Masalları şeklinde yayınlamayı düşünse de,ANADOLU MASALLARI" şeklinde isim koymuş, tüm anneleri dahil etmiş.İyi de yapmış,kitabı resimleyen vakti zamanında GIRGIR'da da güzel işler yapan DAĞISTAN ÇETİNKAYA.Kitap ciltli,bizler saklayalım da çocuklarımıza okutalım diye.

Tabi zaman olarak çocuklarını hayal dünyası,bilim-teknoloji gibi vaziyetlerle ne kadar gelişmiş olsa da (!) Masallar unutulmamalıdır,hele ki böyle güzel bir masal kitabı varsa.(ki masal kitabı yazmak da zor iştir a! )Kısıtlı bu Türkçe masallardan herkesin faydalanmasını umuyorum.Dil sade ve akıp gidiyor.Sık sık virgüller kullanılmış ve harfler gözü yormayacak büyüklükte.Anlayacağınız ortaya çok güzel bir iş çıkmış.Kitabın etiket fiyatı :21 TL.

YEŞİLTAY,TEMBEL AHMET,ÜÇ PINAR,ALTIN TAS,İKİ PERİ KIZI VE DE TAHSİN YÜCEL'İN YAZDIĞI BİR MASAL:SÜMÜKLÜBÖCEK,OLMAK ÜZERE ALTI MASALDAN OLUŞUYOR,ŞİMDİDEN KEYİFLİ OKUMALAR DİLİYORUM! 

16 Nisan 2012 Pazartesi

ÇÖP

Çöp poşetine neler girer?Belki saçımız girmiştir bir şekilde,gırgırı dökerken çöpe.Belki kestiğimiz 

tırnaklar.Bizden bir şeyler yani.Peki çöplerin toplandığı yerde? Ya bir bilim adamı ekibi varsa?Örneğin

 teknolojisi yüksek bu araştırma kurumunda genetik dalı gelişmiştir.Moleküler biyolojiyle de beraber 

gelişen bilimde,saçımızdan,tırnaklarımızdan bizi klonluyorsalar?İnsanız.Kötülüklerimiz var günlük 

hayatta.Kısaltıyoruz ya hani böylece ömrümüzü.İşte bu kampta da kötülük geni ayıklanıyor.Safça bir nesil yetiştiriliyor.Bir yandan da böyle temizleniyor dünya. 
Yoksa nasıl yok olmamışızdır ki -hala- ?

29 Mart 2012 Perşembe

TÜRK AYNŞTAYNI


Birkaç haftadan beri bu kitapla "yaşıyorum" desem isabet olur galiba.Aslında nasıl yapsam,ne yazsam diye de bolca düşünme vaktim oldu.Uzatmayayım, OKTAY SİNANOĞLU ! 

1962 Yılında,henüz 26 yaşındayken,ABD'nin Yale Üniversitesi'nde dünyanın en geç profesörü...

İki kere Nobel'e aday gösterilmiş Türk...

Kimyaya matematiği sokmuş,moleküler biyolojinin kurucularından,fizik,astrofizik,nükleer fizik gibi bilimin gelişmesi için mücadele vermiş bir kişi...

Ve ülkesinin sorunlarına kafa yormuş,bu uğurda tüm gücüyle savaşmış bir aydın.

-arka kapaktan-

Kitap türü,röportaj.Röportajı yapan,Emine Çaykara.Kendisinin aslında konuyla ilgisi yok.Yani öğrencisi vs. değil.Ancak kitabı okuyan / okuyacak olan kişilerin tabii olarak hayran olacağı ünlü profesöre;kendisinin de hayranlığı söz konusu ki böyle bir işe girişmiş.İyi de yapmış.Ortaya nesilden nesile okunası,başucu kitabı çıkmış.Şahsi olarak çok etkilendim,üniversite öğrencisi olarak çok utandım,ülkenin halini bir de bu insandan duyunca (okuyunca yani) kafamda şimşekler çaktı.Türkiyedeki eğitim sisteminin vasatlığının sebebini öğrenebileceksiniz bu kitapla beraber.Türkçenin gerekliliğini de.Aslında bir çok şeyi.

Kendisine nasıl ulaşırım diye çok uğraştım,YTÜ de 1994-2002 de profesörlük yapmış ancak emekliye ayrılmış.Aslında ona ulaşmak çok basit.Çünkü dönen "oyunlar" dan ve insanlara ulaşmaktan kaçınmayan dünya iyisi biri. Dehalığı ortada ve de insanlığı da tabi.O şuan kimbilir hangi ülkede veya üniversitede seminer veriyordur.Diyeceğim şu ki;


BU KİTABI OKUMANIZI İSTİYORUM !

5 Mart 2012 Pazartesi

ÜTOPYA

"İnsanların sürekli çalıştığı yer.Herkes.Hergün 7 saat çalışmakta.Birbirlerinin ihtiyacı için çalışıyorlar.Sınıf farkı olmaksızın.Geçinip gidiyorlar öylece.Robotlaşmış bir hayatın izinde.İşte tamda öyle! Hatta duyguları bile köreltilmiş.En azından biraz.Sadece o 14 gün hariç! "

       Marden 300 günden beri düzenli olarak çalışıyordu.Kendisi 22 yaşına yeni girmiş.O da diğerleri gibi Matruş Üniversitesinden mezun olmuştu.Kimileri tarımda çalışırdı.Kimileri de terzi olurdu.Matruşta hayat böyleydi.İnsanlar hep çalışmak zorundaydılar.Kadınlarla erkekler aynı yerde çalışmazlardı.Yaşlılar bile çalışırdı Matruşta.Eceli gelenler çalıştığı yerde ölürdü.Kimse ne ses ederdi ne mezar hazırlardı.Öldüğü yerde bırakılırdı.Çürürlerdi.İsimleriyle.Çürüyenler öldüğü yerde biter,kavak ağacına dönüşürlerdi.Bakın işte! Şu kavak tam 18 yaşında.Bakın,şuradaki kavağa,tam 7 yaşında.O biraz daha acemice bir kavak.Şu 18 yaşındaki kavağa bakın.O kadar çok dalları var ki.Ve budakları.Kafası karışık olmalı.Sonbahar geldi.Bakın işte kavak yaprakları.Şimdi ise Nüdyanı süslüyor.
                
              Şehrin merkezi sayılabilecek tek cadde Nüdyandı.Nüdyanda 365 gün hiç kalabalık olmaz.Ancak çok hoş bir caddedir.Caddeyi kavak ağaçları sırasıyla takip eder.İkişer ikişer kavak ağaçları dizilmiştir.Yol boyunca pek çok hikayesi vardır bu ağaçların.Kimileri ayrı düşmüştür ailesinden.Şiddet görenler.Çocuğu ölenler.İntihar edenler.Hastalıktan ölenler.Hepsi şimdi birer kavak ağacı.Şimdi o yoldan geçiyordu Marden.İçi paramparça ve buruk şekilde.Gözlerini dikmiş kavak ağaçlarına.Çok şey anlatıyor,dallarıyla ,kabuklarındaki belki işkence izleriyle.Bir kuş konuyor şimdi toplu halde.Bir sürü dallara saldırıyorlar.Ölü bedenlerden kalan belki de en son bir parça protein.Proteinle besleniyor kuşlar.Caddede bir yaşlı.Bir bağırış.Gürültü.Patırtı.Yaşlıyı hemen kovalayıp,yakalıyorlar.Merak ediyor caddenin tek tük insanları.Ne oldu diyorlar Zoka Beylere.İşinden kaytardı diyor Zoka Bey.Alın bunu Sektaya! (sekta:kişinin yaptığı suça göre değişen -ki en az 15 saatlik çalışma şeklinde olur- cezalandırma sistemi) diye emir veriyor.Yapmayın diyor yaşlı.Götürmeyin beni oraya!Öldürün daha iyi .Kimse dinlemiyor yaşlıyı.Götürüyorlar.Nahım hanım perişan.Bırakın onu! Götürmeyinn! diye parçalıyor kendini.Sesi ciğerinden geliyor,ağlamaklı.Yalvar yakar.Çare etmiyor.Ağlıyor Nahım hanım.Kırışık yüzü,cam gibi mavi gözü.Dökülüyor yaşları,ıslanıyor cam gibi .Mavi gözü.

              DÜN

           Marden 300 günün ardından artık zamanının geldiğini düşündü.Ve  7 saatin sonunda,Vertmuda 14 günlük iznini kullanmak istediğini söyledi.Vertmud,bu çok önemli bir karar biliyorsun değil mi Marden?dedi.Marden ise,evet biliyorum.Çokça düşünme vaktim oldu zaten.Durumumu da biliyorsun.Artık zamanı gelmişti.Hem bu süreç beni manevi anlamda toparlar.Belki duygusal hezeyanlara da uğratabilir.Ama şu 14 günlük süreç.Yani hayat bu değil mi zaten?Dedi.Haklıydı Marden üstelik.Vertmud,seni anlıyorum.En azından bu süreç aşamasında elimden geldiğince yardım etmeye çalışacağım.Umarım senin  için en iyisi olur. Ve de döndüğünde.Umarım daha mutlu olursun dostum.Bunu görmek isterim sana baktığımda,gerçekten.Dedi.İçten bir tebessümle karşıladı Marden.Atıldı birden,sarıldılar birbirine.Vedalaşır gibiydiler sanki.Kendine iyi bak diyebildi,Marden.İki genç adam bir an için öyle bakakaldılar.Ve çekip gitti Marden.

          BUGÜNÜN SABAHI     


           Uzun bir süre sonra tadını çıkara çıkara kahvaltısını yapıyordu Marden.Artık ne işe yetişmek için erken kalkacaktı ne de kahvaltı hazırlamak için acele edecekti.300 günün sabahında hep aynı saatte kalkardı.Ancak güneşin bu kadar güzel doğduğunu ne yalan söylesin daha önce hiç görmemişti.Elinde sıcak içkisini içiyordu.Keyifli keyifli açtı camı.Tam karşıdan doğmuştu güneş.İçeriye parıltı halinde öyle bir hışımla giriyordu ki ışık.Birden göz bebekleri küçüldü,kamaştı gözleri.Kısık kısık bakmaya başladı bu güzelliğe.Elini bir kaptan gibi alnına koydu,gözüne gelmesin diye ışık.Bakmaya devam ediyordu.Cılız bedenli Marden.Altında bir şort üstünde de atlet vardı.Atlet sanki bol gibiydi.Daha sonra birden toparlandı.Biyolojik saati gelmişti.İşe gidecekti.Ah! tabi ya! Aklına geldi ondört günü vardı artık.Ve ondörtgünün ondördüde değerliydi.Gideceği yer belliydi.NÜDYAN BEKLE BENİ! 

         Nüdyan caddesi.Upuzun kavaklar caddesi.Upuzun yol boyunca.Dikildi bakışları kavak ağaçlarına.Genç olanlar vardı.Dallanıp budaklaşmışlar.Aklı karışmışlar.Aklını kaçırmışlar.İntihar etmişler.Hastalıktan ölenler.Hepsi şimdi birer kavak ağacıydılar.Caddede bir yaşlı.Bir bağırış.Gürültü.Patırtı.Yaşlıyı hemen kovalayıp,yakalıyorlar.Merak ediyor caddenin tek tük insanları.Ne oldu diyorlar Zoka Beylere.İşinden kaytardı diyor Zoka Bey.Alın bunu Sektaya diye emir veriyor.Yapmayın diyor yaşlı.Götürmeyin beni oraya!Öldürün daha iyi.Kimse dinlemiyor yaşlıyı.Götürüyorlar.Nahım hanım perişan.Bırakın onu! Götürmeyin ! diye parçalıyor kendini.Sesi ciğerinden geliyor,ağlamaklı.Yalvar yakar.Çare etmiyor.Ağlıyor Nahım hanım.Kırışık yüzü,cam gibi mavi gözü.Dökülüyor yaşları,ıslanıyor cam gibi.Mavi gözü.
        
       Matruş-Nüdyanda geziyordu Marden.Bu sırada bir kız gördü.O kadar güzeldi ki bu kız.Burada olduğuna göre o da 14 gün izindeydi.Daha iş çıkışına vardı 2-3 saat kadar.Demek ki o da...Peki acaba tek miydi?Yoksa çoktaan... Yanına sokuldu Marden.Merhaba! dedi.Arkasını döndü kız Küt kızıl saçlarıyla.Biraz durakladı Mardeni görünce.Belli ki o da heyecanlanmıştı.A! Merhaba! diyebildi,gülümseyerek.Birazda şaşkın.Marden sordu ; adın ne senin? -Aroze.Peki ya senin? Dedi. -Marden benim ismimde memnun oldum.Sanırım sende 14 gün boyunca...Lafını keserek araya girdi Aroze ; Aa...sakın hatırlatma,dedi.-Neden ?Dedi Marden.Kızın yüzü düştü.Üzülerek yanıtladı; yarın son günüm ve 24 saatim kaldı.Ne kadar da zormuş böyle,dedi.Marden ise;öyle ya zor olmalı ama umudunu kaybetmemelisin.Biraz dolaşmaya ne dersin Aroze? diyerek atıldı ortamı gevşetmişti biraz. - Tabi neden olmasın! dedi Aroze.Kavak ağaçlı yolda bir bank bulup oturdular.Başladılar konuşmaya.Sürekli gülüyorlardı.Gözleriyle birbirinden hoşlanmış gibiydiler.Ancak ne kadar talihsizdi Marden.Kızdan hoşlanıyordu,basbayağı.Ve aksilik 24 saati vardı.İlahi.Saat işliyordu üstelik.Peki 24 saat yetecek miydi?

         Biliyor musun Aroze,biraz hızlı olması gerekiyor bazı şeylerin.-Ne gibi Marden? -Mesela...Bize izin veriyorlar,365 gün içinde sadece 14 günlük.Yani 14 günde,partnerimizi bulmak zorundayız.Ne kadar saçma.Benim annem ve babam bu uğurda öldü biliyor musun? -Marden ah canım benim!  Üzülme sakın ama.Ne kadar zor olmalı senin için.Bak buradayım ya ben.Sana yardımcı olurum belki hem.-Biliyorum Aroze,yardım edersin çünkü senin kadar iyi biri yoktur şu Matruşta.Bak şu kavak ağacını görüyor musun? -Hangisi Marden? -Şuradaki hani,yan yana olan iki kavak ağacı.Bak dallarına el ele tutuşmuş gibiler sanki.-Ah,evet.Yoksa!? -Evet Aroze,onlar annem ve babam.O yüzden buraya oturalım istedim.Biliyor musun Aroze.Artık Matruşta kalmamızın anlamı yok. -Öyle deme Marden.Biz buraya aitiz.Yani buraya ait olmalıyız.Biliyorsun ki sende.Birbirimize muhtacız. - Haksızlık bu Aroze,bende sana muhtacım! Peki bu benim bencilliğimse.Kötüysem ben.En kötüsüsüysem Matruşun.Ne olmuş yani! 300 gün oldu Aroze.Ben bu an'ı bekleyeli tam 300 gün.Artık bende yuva kurmak istiyorum.Bu kurallar.Ya da zorunluluklar,beni hergün öldürüyor zaten.Bense bugün yeni doğmuş biriyim.Sanki 14 günlük ömrüm varmış gibi bir de.Sense kelebek misali.Yarın...Yarın olmasın Aroze!

     Akşam olmuştu.Aroze ve Marden bir süre daha oturup konuştular.Böylece birbirlerine iyice alışmış,kaynaşmışlardı.Marden bu konuşmalardan sonra Arozenin yalnız yaşadığını öğrendi.Ve hava kararıyordu.Evine bırakmalıydı,Arozeyi.Hüzünlü olacaktı onun için.Ama yapmalıydı bu vedayı.Hayatının en güzel gününü yaşamıştı.Arozeye sorsan o da belki hayatının en mutlu gününü yaşamıştır.Biraz yürüdüler.Marden sevdiğini göstermek adına utanarakta olsa elini tuttu Arozenin.Hiçbir şey diyememişti Aroze.Besbelli o da utanmış ama eylemi sürdürmekten keyif alıyordu.Mardene döndü,tebessüm etti.Karşılıklı gülüştüler.Ve vakit geçiyordu.Hatta vakit gelmişti.Arozenin evi göründü yakınlarda.Öyle bir hayıfladı ki Marden,Matruşa karabulutlar çökecekti neredeyse.Seni asla unutmayacağım Marden,dedi Aroze.Ve usulca sokulup yanağına bir öpücük kondurdu.Gözyaşı düşmüştü öptüğü yere.Mardenin yaşıyla birleşti bu gözyaşı.Şelale oldu adeta da düştü yanağından.Toprağa düştü,sımsıcak.

         Ve ertesi günler gelmedi.Marden için.Öyle bir hüzün çökmüştü ki içine.Ne dışarı çıkmak istedi ne de şu güzel güneşi kucaklamak.Çekti perdesini.Sabahtan akşama kadar.Sokmadı güneşi.Belki girseydi...


           Diğer onüç günde yalnızca bir kere çıktı Marden.Nüdyana gitti,mezarlığa aslında.Anne ve babasının olduğu kavak ağacına.Diz çöktü çocuk gibi.Ağacın dibine.Baktı yukarıya,kafasını kaldırıp.Ağlıyordu şimdi.Gözyaşı düştü,kavak dibine.Tam da dibinde fidan bitti.Bir yeşil yaprakçık.Şöyle dedi ağaca; bilirim anne ve baba! Siz de benim gibiydiniz.Ama siz ki doğru olanı yaptınız.Kaçarken Matruştan! Ama... keşke vurmasalardı sizi Zokalar! Nüdyan caddesinin en sonundadır mezarınız.Çıkışına yakın.Çünkü siz az daha ...


-SON-  

      

23 Şubat 2012 Perşembe

PARANOYA

Dışarıda bir kedi var.Uçmaya çalışıyor.Atlayacağım diyor.Neye istinaden bilmiyorum.Atlama diyorlar.Atlayacağım diyor.Aynı şehirde bir çocuk.Aşağıda.İki katlı evin aşağısında.Annesine sesleniyor.Anne,babam delirdi.Duvara sürekli kafasını vuruyor.Kuzeyde.Düştü soğuğa gölge.Kuzeyde,taa en ucunda.Belki de senin /benim bilmediğimiz bir kabile yaşıyorsa hala?

             Görünürde uzak cumhuriyetler.Krallıkla,prenslikler.Çocukların elinde kraliçeler.Buz mavi gözleri.Beyaz tenleri.Yeryüzü gibi.Yansımış göz bebeklerinde bir kaldırım.Bir gölge.Bir ışık.Bir karanlık.Buzdan bir kale yapmışlar.Ellerinde kraliçeler.Yokuş aşağıya çıkar.Yokuştan inmişti niceleri.Yürümeye yeni yeltenmiş bazıları.İki karış pantolon.Yarım karış pabuç.Çeyrek nefes.Biraz akciğer.Bir.İki.Üç.Dört.Adımları.Bir demir sallanıyor karşı kaldırımda.Asılı üstten.Dükkan reklamı gibi.Burgulu bir vidanın.Aşağı yukarı.Hayır hayır.Bir demir sallanıyor.Sağa sola.Aşağı yukarı bir metre uzunlukta.Hani düştü düşecek.Bir deli sallanıyor şehir meydanında.Annesini kaybetmiş."Deli" diyorlar.Sallandıkça.Bir ağaç daha kesiliyor çamlık yerlerden.Bir kadın daha doğuruyor.Hastanelerden çığlıklar.Kan ağlıyor.Bir kadın daha doğuruyor.Nurtopu.Bir çocuk karşıya geçiyor kaldırımdan.Aniden kırmızı yanıyor.Hava kararıyor.Çocuk için.Biri kıyıda.Açılmış mı ne.Okyanusa.Balık tutuyor.Attığı oltada düzinelerce misine.Kalıp kalıp buz geliyor.Bir kavim göç etmiş buraya.Bir kavim.Bir dirhem yol alamamış.Bu kentte aslında işler hep aksakmış.

                         KUZEYDE.Bay Ge,o gün çantasını yanına almıştı.Bazı küçük eşyaları oraya koymak için.Genelde elinde taşımayı pek sevmezdi.Çantasını yanına almıştı,çünkü Bayan Ze ile buluşacaktı.Otobüse binse geç kalacaktı.Taksiye binse de parası yetmeyecekti.Tramvaya binmeyi düşündü.Elektrik kesilse aksayabilirdi.Aksasa,kişi bekleyebilirdi.Beklese belki gidebilir.Gitmese bile kızabilirdi.İki dakikada olmuştu bu düşünceler.Ancak tramvaya bindi sonra.On dakika geçmişti bindiğinden bu yana.İstasyona yaklaşmıştı.Tahmini bir dakika sonra inecekti.Merdivenden değil de asansörden çıkmalıydı.Tam vaktinde varmak için.Asansöre binmek içinde şu kapıdan çıkmalıydı.Tramvay,bir klikle pısladı.Olağanca bir hızla kapıdan fırladı Bay Ge.Asansöre yöneldi.Epeyce yaklaştı .İşte binebilirdi nihayet.Asansör çıkışından yavaşça kafayı uzattı.İşte oradaydı Bayan Ze.Saatine baktığında yelkovan altıdaydı.Otuz saniyesi vardı.Oraya varmak için.Vardığında otuz iki saniye geçmişti.Sinirliydi Bayan Ze.Beni nasıl bekletirsin dedi.Ancak gelebildimdi diye açıklamaya fırsat bulamadı.Görüyorsun a! kan,ter içindeyim.Tamam,tamam anladık diye kesti Ze.Kalktığı yere tekrar oturdu Ze.Bay Ge'de sandalyeye oturdu.Çantasını yere koydu.Ancak çantasında bir ağırlık vardı.Farketti.Yere koyarken.Bir şey vardı çünkü ağırdı.Çantayı açmayı düşündü.Çekti fermuarı...

                  GÜNEYDE.Çekti fermuarını.Yıkadı ellerini.Ellerini yıkarken gözünü aynaya dikmişti.Gözbebekleri.Kan çanakları.Sinir uçları.Kılcal damarları.Çok yorgun olmalıydı.Daha sonra çıktı tuvaletten.Çıplak ayaklı çocukları gördü birden.Sıcak kumlarda.Esmer tenli çocuklar.Top oynuyorlardı.Kaldırıyorlardı toprakları.Ayaklarıyla vuruyorlardı.Çıplak ayaklı çocuklar.İnci dişleriyle sırıtıyordu birisi.Bağırıyordu bir diğerine.Kızmış,öfkeli.Siyah damarları belli oluyordu.Boynundan fışkırırcasına.Top oynuyorlardı.Açınca.Dikkatli bakınca gözlerden,ayaklara.Topun kafatası olduğu görülüyordu.Et,kemik.Kemik ayaklarla paslaşıyorlar.Kafatasına vuruyorlardı.Binlerce fil öldürülüyor hiç sesi çıkmıyordu çocukların.Habire vuruyorlardı onlar kafataslarına.Sıcaktı.Vurdukça beyinleri.Akıyordu.


                  Çekti fermuarını.Açtı çantayı.Hemencecik atıldı Bayan Ze.Bir hediye paketi bulmuştu içinde.Bana mı aldın dedi,Ge'ye.Ge şaşırdı.Bu hediyenin varlığından bile haberi yoktu ki.Acaba neydi ki paketin içindeki.Ona aldım dese  yalan olurdu.Almadım dese daha bir işkillenirdi.Kırk beş saniye sürdü düşünü.Sana diyorum! dedi,Ze.Evet.Evet sana aldım.Ne o pek memnun gözükmüyorsun ama?Doğru söyle ne bu ?Bana mı aldın?Sen bana bir şey almazsın ama ! Sana aldım tabi.Demek zorunda kaldı.Ne aldın peki diye sordu,gülerek.Olmaz dedi,Ge.Söylersem ne anlamı kalır ki sürprizin.Kalmaz dedi,doğru ya. Ze,paketi açtı.Bir küçük paket daha.Paket iştahını kabarttı.Sabırsızca parçaladı.Paket içinde,paket.Matruşka gibiydi adeta.En son parçayı da açtı işte.Kum saati vardı küçükcene.Başında da bir boncuk.Masaya iki çay geldi.Kum saati akıyordu.

                    Akıyordu.Sıcakta.Güneyde.Tersine döndükçe kum saati.Bay Ge.Çekti fermuarını,tuvalette.Baktı yüzüne.Yıkadı ellerini.Ellerini yıkarken gözünü aynaya dikmişti.Gözbebekleri.Kan çanakları.Sinir uçları.Kılcal damarları.Çok yorgun olmalıydı.Daha sonra çıktı tuvaletten.Çıplak ayaklı çocukları gördü birden.Sıcak kumlarda.Esmer tenli çocuklar.Top oynuyorlardı.Kaldırıyorlardı toprakları.Ayaklarıyla vuruyorlardı.Kum saatini ters çevirmişti Ze.Zaman gibi.Akıyordu.

3 Şubat 2012 Cuma

TAKSİ

"Kimse görmedi.Uyuyordum ben bile.Uyandırdı beni.Sersem bir kalkışla.İrkildim de baktım cama.Camımdaydı.Gecenin karanlığında.Sokak lambasının izinde.Arkasında gölge.Yana uzanmış gölge.Kendinden büyükçene.Parmağını gösterdi bana.Baş parmağı.Noldu demeden.Bak dedi,kanamakta."
       
             Soğuktu elleri.Isınmak için ovuşturdu hızlıca.Kısa bir sıcaklık hissetti.Bu ona iyi gelmişti belli ki.Elindeki yarayı,yerden aldığı bir parça kristalle kapamaya çalıştı.Eksi bilmem kaç derecede kristal,vücut sıcaklığına şok etkisi yaratmıştı.Alışkındı böyle şoklara.Sigara geldi aklına.Elini cebine attı.Ezilmiş bir paketin adi markası.Tek kalmış bir sigara dalı.Tereddüt etse de kısa bir süre.Aldı eline.Buruşturdu paketi attı yere.Ezilmiş bir paketin adi markasını.Kristal yağmaya başladı gökyüzünden.Milyon çeşit yapıda.Her biri koca koca.Bir nefes çekti içine soğuğu aldı,"çıtırt" diye yandı.Ciğerdeki sigara.Verdi nefesini.Şöminede yanan kor gibi.Yol boyunca yürüdü.Yol boyunca karanlıktı.Sadece yağmakta olan kristalin saf rengi var ya,işte o gösteriyordu yolu.Yumaşacıktı yol.Yumuşak yolu eze eze yürüyordu.

                          Dışarı çıktım.Apar topar giyindiğimden olsa gerek havanını soğukluğuna aldırış etmemişim.İnceydi üstüm.Seni takip ediyorum.Bu saatte kimse yok dışarıda.Bu ayak izleri senin.Senindir yani.Bu kan damlası.Bu gökkuşağı.Senindir.Bu son sigaranın kutusu.Ezilmiş bir paketin adi markası!

                          Yorulduğunu hissetti.Bir saatten beri yürümüş.Ancak hiç farkında olmamıştı.Terliyordu şimdi.Yokuşunu çıktığı eğimin.Kaya kaya çıkamadığı bu kristal zeminde.Ilıktı aslında hava.Böyle havalarda -hele ki gece- sesler çok daha hızlı titreşip yayılırdı.Duyulurdu.Şu uzaktan geçen arabaya işaret etti.Daha fazla yorulmadan nasılsa deyip.TAKSİ! sarı-siyah taksi.Camları buharlı.İçi sıcak.Kirli sakallı bir şöförü.Yanında ekmek.Parası.Buharlı iç camı gelişigüzel sildi.Dışarıyı izlemek istedi.Birdenbire hız yapmasını istedi,şöföre.Telaşlandı da şöför birşey diyemedi.Peki der gibi.Sadece.Hız 70.Daha çok!Hız 80.Hız 90.Hızlı,daha hızlı! Hız 120.Camı açtı.İçeriye birden hücum etti rüzgar,kristaller içeriye giriyordu.Pat pat.Kütle halinde.Görüş mesafesi azalıyordu sakallının.Pat pat.Silecekler. Sonra belinden tek celsede,tereddüt etmeden tabanca çıkardı.Arka koltukta.Dayadı ensesine.Ne olup ne bitmeden.Şimdi onu vurabilirdi."Dışk!" diye parçaladı beyni.Ensesine dayadı silahla,adamın.Araba kontrolünü kaybetti.Kafası direksiyona düştü.Beyaz,yol göstermedi bu kez.Uçurumdan fırladı! rampadan çıktı.Rengarenk sıvılar aktı yere.Kimi renklerin yoğunluğu daha azdı diğerlerine.Sıvı tabakada üste çıktı onlar.Doktor da yoktu ! Damarlarında gökkuşağı akıyordu.Bir kar yağıyor.Bir sabah oluyor.Bir güneş açıyordu.Oluk oluk akıyordu be! Yüzünden.Vücudundan.Zaten ölmüştü adam.İhtimali olmayan adama,bir ihtimal daha vermiş.Yine öldürmüştü.Sımsıcak bir suçluluk ateşi düştü içine.Makineden çıkan mermi gibi sıcak.Lav gibi sıcak.Kulakları kızardı.Karaıncalı bir ateş.Yayıldı hücrelerine.Yukarıdan aşağıya.İnmemişti daha.Soğuk mu soğuk!Ayak parmakları.Artık uyumak istiyordu.Olay mahalinde.Kusmak istiyordu şimdi de.Başı dönüyordu.Yapışmış vücuduna midesi.Zayıftı kendisi.Hem bünyesi.Bayılmak üzereydi.Bir saat oniki dakikadan beri o halde.

                   Bana attığı son mesajda "gidiyorum" demişti.Herhangi bir ayrıntıdan uzaklaşırmışcasına bir başka paralellere.

                    Elinde tabanca.Parmak izleri.Elinde hala.Tabanca.Kumlar içinde kolu.Kırmızı kum.Yeşil kum.Mavi kum.Sarı kum.Acıya acı katıyordu.Tuzlu kum.Uçurumun dibi.Aşağı.Yukarı.100 metre.Sahilde.Yerde.Manzara ne kadar acı! Ne kadar yazık!


                    Sürüne sürüne iz bırakmış.Tan yerine.Çıplakmış ayakları herhalde.Çivi girmiş ayağına.Paslı bir çivi.Sürüne sürüne denize.Kıyıda bitiyor rengarenk izleri ve şimdi ise denizde bir kedi.Denizde bir kedi.Yüzüyor

23 Ocak 2012 Pazartesi

FEZA

"Bacak bacağa.Aynı anda.Aynı yöne.Ben Neptün.Sen Plüton.Dünyanın üstünde.Yeşil.Mavi.Bacak bacağa.Bembeyaz ışık.Pırıl pırıl.Alâ ışık."
       
             Üç yaşındaydım.Her saat,dakika,saniye.Bana biraz önceki "an"dan daha da büyük olduğumu hissettiriyordu.Her saat,her dakika,her saniye bir şey öğreniyordum çünkü.Öğrendikçe düşünüyordum.Düşündükçe bedenimde gelişiyordu.Sonradan sebebinin yediklerimle ilgili olduklarını öğrensem de.Her saat,her dakika,her saniye kafamın büyüyeceğini düşünürdüm.O kadar bilgiye.Hatta taşması da gerekmez miydi? Peki ya şu taş? Onu kaldırdığımda solucanın orada olduğunu biliyordum artık.Eskiden öyle miydi? Eskiden olsa şu taşı kaldırdığımda şaşırırdım.Öğrenmek ne kadar da sıkıcıydı.Varsa hala öğrenemediğim şeyler benim için birer hazine değerindeydi.Okuldan öğrendim.Milyon ve Milyarlardan bahsetmişlerdi.Milyon insan...Milyar yıl...Onları da keşfetmem gerekiyordu.Bu yüzden Dünyayı keşfetmek istiyordum.Ancak hemen ardından korktum.Eğer öğrenmek sıkıcı olacaksa,bunları öğrenmenin ne faydası olacaktı ki? Onun da cevabını aldım.Dedem öldüğünde.Acaba o da mı keşfetmişti? Ya da keşfedenleri öldürüyorlar mıydı? Daha sonra öğrendim.İnsanın ortalama şu kadar yaşı varmış.Ne? Şu kadar yaş nedir ki dedim,bir yarım Afrika! Böyle dediğimde de büyümüşüm.Öyle dediler.
          
                   Sonra ben kuyuya düştüm.Ama ne kuyu! Dipsiz gibi.Felaket karanlık.Uzun bir sürede havada salındım.Düştüm.Bu kadar sürede düştüğüme göre epey derin olmalıydı.Düştüğüm yerde kalktım.Kalktığımda başımın ağrıdığını hissettim.Düşmüş olduğumu anladım.Ve sonra da bayıldığımı.Ancak o kadar soğuktu ki burası.Sersem bir haldeydim.Üstelikte soğuktan yanaklarını ve dudaklarını hissetmeyen bir sersem.Ayağa kalktım.Yürüyebilen bir heykeldim sanki.Etrafa bakındım.Ormana düşmüş olmalıyım.Bu ağaçlar ve bu orman yolu.Nereden çıktı ki şimdi.Baykuşları görmedim.Görmedim ama ürpertici seslerini duydum.Duydum.Bir hışırtı.Ağaçcıklardan geliyordu.Sanki biri işiyordu.Usulca yanaştım,parmak adımlarla.Araladım çalılıkları.Bir solucan.Solucan işiyordu.Atıfta bulundu : "merak işte insanı öldüren" diye.Zararsızdı.Bırakıp devam ettim bende öylece.Yolumdaydım.Ürperdiğim ormanda.İleride.İşte tam ileride,yerde bi baca vardı.Bacanın içinde biri.Siyah isle kaplı.Attı,silkindi tozunu.Elinde de kocaman bir torba.Hoh-hoh-ho!Ben Noel Baba.İyi de ben inanmam ki sana dedim. "İnanırsan her şey olur" dedi.Varan 2.Şaşırmıştım.Ne arıyordum burada? Neler oluyordu.Olanların sonunu merak ettim.Sanki bilinçaltımın içindeydim.Hızlı adımlarla yolu sonlandırmayı düşünüyordum.Bitmiyordu keza.Bitmiyordu üstelik yoruluyordum.Yolun sağında bir şey belirdi.Can havliyle koşup yakınlaştım.Havada asılı duran parşömen bir rulo.Ruloyu açtım.Ucu elimdeydi rulonun.Sonu.Sonu o kadar ıraktı ki açıldı yol boyu.Sonsuza."Yolu yarıladın" yazıyordu ruloda.

                  SONRA BENİ GÖRDÜN DEĞİL Mİ?


                  Sonra onu gördüm.Onu gördüğümde işlerin iyi gitmediğini hissettim bir tuhaflık vardı.Bir sarsıntı.Deprem gibi sanki.Acaba keşfedenleri öldürüyorlar mı? diye geçirdim içimden.Keşfettiğim şeylerden öğrendiğime göre az kalmıştı.Sonu gelmişti gezegenimin.Elini tuttum "keşfettim" ışık hızını.Artık ne saat,ne dakika,ne saniye kavramı vardı.

               SONRA BURADAYIZ! VE SEN KARŞIMDA NEPTÜN! 


"Bacak bacağa.Aynı anda.Aynı yöne.Ben Neptün.Sen Plüton.Dünyanın üstünde.Yeşil.Mavi.Bacak bacağa.Bembeyaz ışık.Pırıl pırıl.Alâ ışık." 

11 Ocak 2012 Çarşamba

ELMA

"Bata çıka yürüdüm.Sarı çizmemle.Toprak zemin.Mezar gibi toprak.Alabildiğine toprak.Bir arazideyim.Her tarafta yenmiş  elmalar.Elma çürükleri.Dişlenmiş.Parçalanmış.Kabuksuz elma mezarlığı.Kulağımı tırmalayan vızıltılar.Bakteriler.Kara kara sinekler.Sivrisinekler.Güneş doğdu.Yağmur yağdı.Bakteri koktu.Ayrıştırdılar beni.Elma gibi"

           Mavi gözlü.Yeşil gözlü.Ela gözlü.Kara gözlü.Kızıl saçlı.Sarı saçlı.Kahverengi saçlı.Siyah saçlı.Esmer.Kumral.Beyaz tenli.Uzun boylu.Kısa boylu.Kıvırcık saçlı.Düz saçlı.Zayıf.Kilolu.Balık etli.Ben kim miyim? Ben XX.Dişi.Ama böyle erkeği seven bir dişi değil.Hem niye erkeği sevsin dişi?Partnerimle de mutluyum.Onun ismi Elma.Yeşil bir elma.Ekşi ekşi.Dalından koparılmış zavallı.Olgunlaşmadan düşüvermiş.Beni tanıdığında ilk ilişkisiydi.Onun için belki kötü bir deneyimdir.Belki erkekleri sevecekti.Olsun.Onu mutlu etmek için her şeyi yapıyorum.Sakınıyorum.Özenle.Hayal kırıklığına da uğratmamam gerek.Sorumluluğum büyük.Ancak şu bir gerçek ki onu bir erkekten daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.
                    K oş!Hazırlan! Yağmur mu var? Şemsiyeyi al o zaman.Hadi gidelim çabuk.Arabanın anahtarlarını da aldın mı? Bana mı soruyorsun,ben ne yaptığımı biliyor muyum?Tamam tamam hadi.

                    Kısırlaştırılmış Elma.Zavallının derdi sanki oymuş gibi.Ne suçu var garibin? Meyve vermesin mi şimdi? Belki öyle mutlu olacaktı? Kimbilir.Bugün çok güzeldi.Onunla alışveriş yaptık.O kadar  tatlı şeyler aldık ki.Kazaklar,pantolonlar.Büyüyor üstüne giydikçe sanki.Hatları yeni yeni çıkıyor ortaya.Belirginleşiyor.

                      Geç kalıyoruz baba! Tamam kızım.Telaşa soktun beni.Neredeydi şu.Hehh.Tamam.Çalıştırdım işte.Gidiyoruz.Yetişeceğiz.Merak etme.

                          
                     Ben Elma.XX,onu çok seviyorum.Geçen gün alışverişe gittik.Bana çok şey aldı.Çok güzel şeyler herbiri de.Mutluydum.Ama.Niye yapıyordu bunu.Anlamıyorum.Bugün üşüdüm.Hava soğuktu.Mevsimin ilk karı yağdı.Mevsimin ilk karını çok severim.Kristal.Gözümü kapadım.Ellerimi açtım.Dönmeye başladım.Güneşten uzaklaştım.Yaz oldum.İlkbahar.Sonbahar.Kış oldum.Gözlerimi açtım.Karşımdaydı.Gülüyordu bana bakarak.Sarıldım ona.Öptüm onu.Dudağından.

                      O gün dışarı çıktığında kar yağdığını gördü.Görür görmez fırladı.Elini açtı.Gözlerini kapattı.Döndü hızlıca.Ne hissetti bilmiyorum ama.Onun yaşındayken bende dönüyordum.Başım dönüyordu.Kararımdan dönüyordum.Dans edip dönüyordum.Sonra dönüyorduk,yavaşça yaklaşınca bana.Onunla oynuyordum.Gözünü açtı.Tıpkı onun gibi.Karşımda gördüm onu.Gülüşüme ortak olmuştu o da.Sarıldık.Pistteyken.Herkes zil zurna.Dans ediyordu.Öptü beni.Dudağımdan.


bir kaza....... 



                     Baba ! Bas gaza hadi! Tamam kızım.Görmüyor musun şu trafiğin halini.Hayret bir şey !Kestirmeden mi gitsek acaba? Orası da kalabalıktır. Bir ambulans! Yol istiyor galiba Baba.Hehh işte.Bir bu eksikti!

                    Ben XY.Mavi gözlü yeşil gözlü.Ela gözlü.Kara gözlü.Kızıl saçlı.Sarı saçlı.Kahverengi saçlı.Siyah saçlı.Esmer.Kumral.Beyaz tenli.Uzun boylu.Kısa boylu.Kıvırcık saçlı.Düz saçlı.Zayıf.Kilolu.Balık etli.Ben kim miyim? Ne de olsa bir erkek.

"Bata çıka yürüdüm.Sarı çizmemle.Toprak zemin.Mezar gibi toprak.Alabildiğine toprak.Bir arazideyim.Her tarafta yenmiş elmalar.Elma çürükleri.Dişlenmiş.Parçalanmış.Kabuksuz elma mezarlığı.Kulağımı tırmalayan vızıltılar.Bakteriler.Kara kara sinekler.Sivrisinekler.Güneş doğdu.Yağmur yağdı.Bakteri koktu.Ayrıştırdılar beni.Elma gibi"  

                        

2 Ocak 2012 Pazartesi

ÖRÜMCEK

                            

                             Sesler duyuldu.Bir koşuşturmaca.Dev bir örümcek.Kovalamakta.Bilgece örümcek.Nasihatlar savuruyor.Peş peşe.Kısmi duyuyoruz.Kan.Ter.Halde.Tüylü bacakları.Kocaman gözleri.Konuştu.Arkamda.Elinde heykel.Terazi-Kadın-Adalet.Sakın Unutma!

                            Yatağı fena halde ıslatmışım.Terlemişim boncuk boncuk.Bir oh çektim.Uyanır uyanmaz gerçek hayata.Acı çekiyordum.Henüz farkında olmadığım halde.Soyundum.Banyo.Bir şaşkınlık.Ah tabi! vücudumda gelişigüzel enine boyuna kızarık izler.Acı çekiyordum.Su ilk açıldığında sımsıcak olunca.Toparladım neyse durumu.İliklerimde şimdi ılık su.İhtiyari bir şekilde yıkandım.Temizlendi şimdi izler.Tek farkı temiz olmasıydı.Kapı çaldı.Bornozlu halde açtım.Kapıda İtaat.Günaydınlaştık.Aldım içeri.Kahvaltı hazırdı.Süzdüm şöyle bir onu.Onun da durumu kötüydü.Gözleri yarı baygın.Gözaltına baktım.Ucuz atlatmışız dedim.Öyle tabi Sadakat.Boşver.Dedi.O kadar canım sıkkındı ki.Sıkkındık.İtaat dedim.Aranız nasıl?İlk önce oralı olmamışı oynadı.Yapamayınca.Kötü dedi.Sessizlik  çöktü.Çay kaşığı.Bıçak.Çatal.Ben onları dinlemeyi tercih ettim.Düşünceli sesi vardı çay kaşığının.Kararlı değildi.Atılan şekere mi yoksa başka şeye mi?O da sonra ayak uydurup dinlemeyi tercih etti.Ben sonra Örümceğe daldım.Köşesinden tavanın.Süzülüp öylece aşağıya.İzledim çabasını.Elleri pamuk şekerinden yapış yapış olmuş insan gibiydi.Ovuşturuyordu onları.Çiziyordu yolunu.Gördüğüm kabus aklıma geldi.Şimdi anlatsam İtaat  ne derdi ki? Laf işte.Sadakat! -Efendim dedim.Sonra örümceğe baktı.Anlam vermedi benim kadar.İyi misin diye sordu.Tatsızca iyiyim dedim.İtaatin aklından ne geçiyordu biliyordum.Benim de aklımdan geçen şey.Düşünmeden edemezdik ki!

                           Yoğun bir müzik.Tuvaletten biraz önce gelmişti.İtaat ise biraz önce yanımdaydı.Şaşırdım.Yanıma geldi.Taze makyajı.Enteresan parfüm kokulu.Elini kurutma ihtiyacı içindeydi.Tuvaletten biraz önce gelmişti.Biraz sonra da İtaat geldi.Tanıştırdım.Arkadaşım İtaat.İtaat,Adalet.Memnun oldular.Fena halde.Elleri de ıslaktı.Gülüştüler el sıkışınca.İnci dişleriyle gülümsedi Adalet.Sadakat,bu bayanla ne zamandan beri tanışıyorsunuz dedi İtaat.Daha tanıştım bile denilmez dedi inci dişleriyle.Gülümseyerek.Sen dedim hani gittin biraz önce.Kulağına eğilerek.Jetonu düştü İtaatin.Bir dakika! deyip birazdan gelmek üzere gitti Adalet.Eline çantasını aldığı sırada kimliğini düşürdü.Farkında da değildi.Kimliği elime aldım.30 Eylül.Bugün! Doğumgünüymüş.Biraz sonra geldi,tekrar pardon .Doğum günün kutlu olsun ! diyerek kimliği verdim.Bilseydik...sözümü kesti inci dişleriyle.Gülerek.Canım nereden bilecektiniz ki deyip kibarlık yaptı.Hoş nereden bilecektik ki.Bu tarz bol müzikli yerlerde jest ve mimiklerin önemi vardı.İtaat atıldı.Terazi burcusun demek.Evet tatlım deyip çekti kendine.Piste çekti.Dans ettiler.Ama ne dans! İzliyordum onları.Sarılmıştı kadına İtaat.Dolamış kadının arkasından kendine.Müzikte eşlik ediyordu tıs tıs! geçiriyor dişlerini İtaat.Akıtıyor zehirini sanki.Gece.Artık sıkılmaya başladım.Oradan kaçmayı düşündüm.Ancak içtikçe düşünme yetim azaldı.Yanıma geldiler sonra.Adalet çantasını aldı.Nereye dedim böyle.Eve gidiyoruz dedi,İtaat.Bize.Ee dedim,ben? Sende geliyorsun dedi.Ben gelmek istemediğimi söyledim hemde kaç kere.İtaat,ısrar etti.Tamam diyebildim.
                              
                             Evine daha önce gitmemiştim.Hoş bir bekar eviydi aslında.Şömine,koltuk takımı,sandalye,avize.İlk bakışta dikkatimi çekti.Adaletle ikisi sarhoştular.Bense onlara göre daha iyiydim.Daha sonra İtaat banyoya gitti.Geldiğinde yaratığa dönüşmüştü adeta.Gözleri korkunçtu.Sanki biraz önce gevşek gevşek el şakaları yapan o adam gitmiş yerine başka biri gelmişti.Uykudan yeni kalkmışcasına dipdiriydi.Perişan olan İtaat.Adalet olanların farkında değildi garip.Sırıtıyordu.Elinde tabanca varmışcasına tehditkar bir şekilde bizi sandalyeye bağladı.Panikten ölecektim.Ne suçum vardı İtaat?İki sandalye bir ip.Bağladı.Hem suç mu işliyorduk ki ortak olacaktım ?Emirler yağdırıyordu.Bağlayın.Sıkıca.Susus.Konuşmak yok.Senden nefret ediyorum dedi Adalete.Tüm somut ve soyut şeylere! Perişan oldu birden.Hüzün kapladı yüzünü.Değişen ruh halini anlayabiliyordum bir bakışta.Ve devam etti.Canımı sıktın.Canımı hep sıkıyordun bu gece! Ne kadar ahmakça değil mi? -ağladı,ağlayacak-Nasıl farketmemişim.Verirdim cezanı.Kükredi birden.Açtı ellerini köpürerek.Adaletin temeli! Bağlardım şimdi seni.Hoş.O da canımı sıkıyor a! Açıyor gözünü bazen.Bazen zar tutuyor!


                              İkimizde anlamıyorduk.İtaat beni duy! Neden bende İtaat.Neden? Cevap vermiyordu bana.Hasta.Adalet sinirlendi.Hayata döndü gibi.Kurtulmak istiyordu çünkü korkuyordu.Korkuyorduk.Tırnaklarını sırtıma geçirdi birden.Acı içindeydim.Vücudum kıpkırmızı.Tırnak boyası.Çözdü daha sonra bizi İtaat.Cinnet içinde.Yarım saat kıvrandı.Cenin pozisyonunda.Avizeden.Aşağıya süzülen örümceği farkettim.İşaret ediyordu.

   Sesler duyuldu.Bir koşuşturmaca.Dev bir örümcek.Kovalamakta.Bilgece Örümcek.Nasihatlar savuruyor.Peş peşe.Kısmi duyuyoruz.Kan.Ter.Halde.Tüylü bacakları.Kocaman gözleri.Konuştu.Arkamda.Elinde heykel.Terazi-Kadın-Adalet.Sakın Unutma!